Yılbaşı gecesinde hafif hafif Christmas tree görünümüne mi bürünsek? Yeşiller, kırmızılar, biraz siyah ve beyaz?
Ya 1 Ocak günü ? :)
14 Aralık 2009 Pazartesi
Spider Woman!
Party Dress!
11 Aralık 2009 Cuma
Ya Galata ilham verirse?
Ya ayakkabı tasarlarsam?
27 Ekim 2009 Salı
Yakın Geçmiş: Londra Alışveriş Günlüğü
Gençliğinin en ‘alışveriş çılgını’ dönemini İstanbul’da geçirmiş; ucuz pahalı, kaliteli kalitesiz envai çeşide boğulmuş bir tasarım aşığı Londra’ya adımını atar. İş hayatından U dönüşü yapmış, öğrenci mentalitesine 101 kodlu dersle geri alınmıştır. Vizesi çalışmasına müsaade etmemiş ve o bunu yeni tanıştığı bir şehri santimetrekare bazında keşif aracı olarak kullanmaya karar vermiştir. Durum tek ve önemli bir soruna işaret etmektedir; içten yükselen o kuvvetli güdü için bütçe sınırlıdır…
Bu durumda önce kulağa ilk çalınan yerler ziyaret edilir. Oxford Street’in tavafı sırasında caddedeki iki H&M her defasında inat ve itinayla görülür. Urban Outfitters’a bir kez daha aşık olunur, müthiş tasarım örneklerinden ilham alınır. İkinci kattaki daimi indirim köşesinden 5 Pound’a jean etek bulununca mağazadakilerin dikkatini dağıtacak garip sevinç gösterileri yapılır.
Tarihinin en büyük Topshop’una uğramak şarttır. Dört kat tek tek gezilir. Ayakkabı bölümünde kişi kendini kaybeder, UGG botların yıllarca sürecek konforuna % 10 öğrenci indirimiyle yatırım yapılır.
Carnaby Street’e ulaşılır. Dış cephe tasarımları sürekli kendini yenileyen komşu bay ve bayan Diesel mağazaları merakla seyredilir. Ayakkabıcıların yaramaz çocuğu Irregular Choice tadından yenmez, muhakkak girilip iç açılır.
Yorulan beden, taşıtlara kapalı bu harika sokağın güzide café’lerinden C’est Ici’de cup cake ve latte eşliğinde dinlenmeye alınır. Bu ana kadar yapılmış olan harcamalarla ters orantılı olarak buz gibi biranın Fish & Chips ile samimiyetine ya da Pret a Manger’nin veggy sandviçlerine teslim olunur.
Oxford’un sonlarında ucuzlukta sınırları zorlayan, haftanın hergünü karınca yuvası tadında kalabalığı ağırlayan sevgili Primark yer alır. Şehre yerleşmekte olunan bu dönemde iki Pound’a iki adet yastık ve dört Pound’a gayet hoş bir nevresim takımı almak işten değildir. Hayati ihtiyaçları en makul şekilde karşılayan bu yerden edinilen kıyafet ve birçok diğer ürünün, pek de adil olmayan koşullarda 3.dünya ülkelerindeki çocuk işçiler tarafından üretildiği iddiaları ile birkaç kez giyildikten sonra bozulabilme eğilimleri akılda tutulmalıdır.
Artık HMV’den üç Pound’a düşmüş tüm romantik komediler toplanıp, son çıkan CD’lere göz atılarak evin yolu tutulabilir.
Göz gönül açma: Harrods ve Harvey Nichols…
Londra’da ‘bir ilkbahar sabahına güneşle uyanma’ şansı yakalandıysa Hyde Park semalarına uzanıp, gölet seyriyle kahvaltı yapmak kaçınılmazdır. Lokasyon, şehrin imza mağazalarına ideal uzaklıktadır.
Gölete en yakın kapıdan park terk edildiğinde, Knightsbridge mahaline varılır.
Harvey Nichols’ın eşsiz vitrini teatraldir, doya doya seyredilir. Sezonun trendleri bu camlardan okunmalı, sinyaller doğru algılanmalıdır, hayat bir süre bu işaretlerin gösterdiği yönlere doğru akacaktır.
Harrods vize ile ziyaretçi kabul etse şaşmamalı, ‘luxury washrooms’ tuvalet kavramını yeniden tanımlamalı ve bu kendi başına bir dünya olan mekan görülmeden memlekete dönülmemelidir.
Kapıdaki şık üniformalı görevlileri takiben, parfümeri ve mücevher bölümünden usulca geçilir, aşağılardan gelen tatlımsı kokular endorfin çağrısı yapmaya başladı ise, bir parça bademli çikolatala ile damak ıslatılır ve üst katlardaki tanıdık simaları ziyarete koyulunur.
Valentino ile gözler kamaşacak, Dior dokunulmaktan hoşlanmayacak, Prada Dolce & Gabbana ile komşuluk edecektir. Beğenilen elbisenin fiyatı 15 bin Pound olacak, boyunda hafif bir bükülme ile yine en güzel elbiseyi seçmiş olmanın gururun karıştığı burukluk yaşanacaktır.
Bilinen o ki; Ocak ve Temmuz aylarında gerekleşen büyük indirimler, seyrü sefadan aksiyona doğru bir yol uzatır, başarılı alışverişler takdir toplar ve yıllar boyu ‘designer label’ titriyle gardrobumuzda yer alırlar…
Bak, güzel bir gün gezmek için: Notting Hill, Camden Town, Brick Lane...
Hafta sonuna selam edilip, rahat ayakkabılar LLD’nin (little lady dress) altına çekilir. Cumartesi Portobello Road Market günüdür. Haftanın bu zamanında tadilatlar sebebiyle aksayan Londra metrosunun birçok hattına nispet yapan Central Line arı gibi çalışmaktadır. Notting Hill durağında inmemek için bahane kalmamıştır.
Pazarın başındaki ‘herşey 5 Pound!’ Türk mağazalarından birkaç partiyi kotaracak, illa ki mini ve dantelli elbiseler toplanır. Her hafta bir tane alınmalı, gardrobun ruhu genç ve hayata bağlı kılınmalıdır.
Takip eden vintage mağazalar Soho, Camden ve Brick Lane’deki hemcinslerine göre pahalıdırlar. Dior bilezik, Prada ayakkabı, ahizeli telefon ve YSL ceket ile karşılaşıldığında sessizce saygı duyulmalı ve yakın tarihe yolculuk yapmakla yetinilmelidir.
Bu ilk çarpıntıları atlattıktan sonra Portobello’ya şöyle bir bakıp Hollywood’da hissetmeli, şeker pembesi, fıstık yeşili, limon sarısı minik evler varlık gösterdiğinde, Julia şuradaydı Hugh buradaydı diye Notting Hill filmi yaad edilmelidir.
Sokak burada nehir gibi akar, kapılıp gidilmek yerindedir. Mümkünse Asya kökenli, Türk ya da İskandinav ziyaretçilerin fotoğraf makinelerini ve ilgili bakışlarını aşıp, yolun sol ve sağındaki tezgahlara tutunmalı, alaka gösterilmelidir.
Antika safir yüzük için sıkı bir pazarlığa girmeli, Oi !’a sadece kolyeler için uğranmalı ve kokusu takip edilerek bulunan nutella ve taze çilekli French crepe afiyetle yenmelidir. Yolun en pahalı vintage mağazası, pazarın sonunda, adıyla müsemma ‘One of a kind too’ya zaman ayırmalı, bilinen varlığı tek olan couture elbiselere dokunulmalı, dikişlerinde gezinmeli, modanın tarihini çok gezen olarak öğrenmeli. Olası Kate Moss karşılaşmasına ‘ah siz de mi bu vintage shop’a bayılıyorsunuz azizim’ bakışıyla destekli, telaşsız duruşla hazırlanmalı. Acıkan karınlar Santo’da hamburger köftesinden yapılan nachos ile doyurulmalıdır.
Camden Town Londra’nın haşarı çocuğu, belki de aykırı oluşundan kuzeye yerleşmiştir. Ziyaretten önce cici kız elbisesine aykırı bir süs katılmalı, aşırı desenli ya da simsiyah bir süliete bürünülmelidir.
Hafta sonu gidilir. Çarşının ortasındaki ‘dünya mutfağı’ ıskalanmamış, falafelden dolmasına Fas yemekleri ile gün lezzetlendirilmiş kılınmalıdır.
Camden Market’ten “If found, please return to pub” sloganlı t-shirt kapıldığı an yön duygusu bedenden arındırılmalı, ruh pasaja teslim edilmelidir. Dantel ve işleme elbiselerin saltanat sürdüğü romantik dükkanlardan, el yapımı desenlerin hükmündeki her parçanın bulunduğu loş sokaklara maksimum duyunun hizmetinde gidilmelidir.
Yaratıcılığın zerafetle flört ettiği şapka standına ortalama 45 dakika ayrılmalı, Harrods, Selfridges gibi ablalarından kat be kat ulaşılabilir fiyatlara satılan bu sanat eserlerinden en az bir tane alınmalıdır. Kişi Istanbul’a döndüğünde ancak bu aksesuar sayesinde ‘Londoner’ mertebesine kabul edilebilecektir.
Soluklanma zamanıdır. Küçük Venedik namlı, kahve tonlarındaki dere kenarında, alanda bulunan herkesin yaptığı gibi tam da yere oturup bira içilir. Çekinmeden yanıbaşa oturan kimselerle sohbet etmeli, günün karı birkaç satırla yeni kültürler tanınmalıdır.
Vintage yuvası, yeni ve yetenekli tasarımcıların Galata’sı Brick Lane’in takvimdeki uyarı notu Pazar’a işaretlenir, o gün Sunday Off Market ile şenlenecektir. Liverpool Street metro durağından birkaç yüz metre ilerde başlayan serüven, kalabalığın gittiği, tezgahların arttığı doğrultuda ilerlemelidir.
Her yaş, cins ve sosyal mertebeden ziyaretçi ile karşılaşılır. Sadece tezgahlar değil, İngiliz, Çin ya da Hint’li gençlerin evdeki eski elbise ya da kullanmadığı lambayı elden çıkardığı yer örtüleri burada satış noktalarıdır.
Pazarın üzeri kapalı kısmından maksimum 5 Pound’a tiril tiril, fırfırlı yaz kostümleri kapılmalı, vintage mağazaların her biri irdelenmeli, taş plaklar arşivlere katılmalıdır.
‘All Saints’ ayrı özen ister, koşturmacaya kapılmamalı, uğramadan önce All Stars Lane’de fıstık ezmeli ve muzlu milkshake yutulmalı, içine gerçek fıstık ezmesi, muz ve dondurma konulduğuna tanık olunmalıdır. Yaklaşık bin kalori yüklenildiği gerçeğine varılmalı, evin yolu ayakla tutulmalıdır.
Hikayenin başındaki yeni yetme tasarımcı, gözlemlerini beyninin sağ lobuna usulca yerleştirir, Central St. Martins’te öğrendikleriyle harmanlar ve skeçler arasında devri aleme başlar.
Zaman tutulamaz, günler geçer, güzel İstanbul çoktan özlenmiştir. Bagaja ekstra ücret ödenir, uçağa binilir ve şehir uzaktan dinlenir, pek tabii ki gözler kapalı…
Bu durumda önce kulağa ilk çalınan yerler ziyaret edilir. Oxford Street’in tavafı sırasında caddedeki iki H&M her defasında inat ve itinayla görülür. Urban Outfitters’a bir kez daha aşık olunur, müthiş tasarım örneklerinden ilham alınır. İkinci kattaki daimi indirim köşesinden 5 Pound’a jean etek bulununca mağazadakilerin dikkatini dağıtacak garip sevinç gösterileri yapılır.
Tarihinin en büyük Topshop’una uğramak şarttır. Dört kat tek tek gezilir. Ayakkabı bölümünde kişi kendini kaybeder, UGG botların yıllarca sürecek konforuna % 10 öğrenci indirimiyle yatırım yapılır.
Carnaby Street’e ulaşılır. Dış cephe tasarımları sürekli kendini yenileyen komşu bay ve bayan Diesel mağazaları merakla seyredilir. Ayakkabıcıların yaramaz çocuğu Irregular Choice tadından yenmez, muhakkak girilip iç açılır.
Yorulan beden, taşıtlara kapalı bu harika sokağın güzide café’lerinden C’est Ici’de cup cake ve latte eşliğinde dinlenmeye alınır. Bu ana kadar yapılmış olan harcamalarla ters orantılı olarak buz gibi biranın Fish & Chips ile samimiyetine ya da Pret a Manger’nin veggy sandviçlerine teslim olunur.
Oxford’un sonlarında ucuzlukta sınırları zorlayan, haftanın hergünü karınca yuvası tadında kalabalığı ağırlayan sevgili Primark yer alır. Şehre yerleşmekte olunan bu dönemde iki Pound’a iki adet yastık ve dört Pound’a gayet hoş bir nevresim takımı almak işten değildir. Hayati ihtiyaçları en makul şekilde karşılayan bu yerden edinilen kıyafet ve birçok diğer ürünün, pek de adil olmayan koşullarda 3.dünya ülkelerindeki çocuk işçiler tarafından üretildiği iddiaları ile birkaç kez giyildikten sonra bozulabilme eğilimleri akılda tutulmalıdır.
Artık HMV’den üç Pound’a düşmüş tüm romantik komediler toplanıp, son çıkan CD’lere göz atılarak evin yolu tutulabilir.
Göz gönül açma: Harrods ve Harvey Nichols…
Londra’da ‘bir ilkbahar sabahına güneşle uyanma’ şansı yakalandıysa Hyde Park semalarına uzanıp, gölet seyriyle kahvaltı yapmak kaçınılmazdır. Lokasyon, şehrin imza mağazalarına ideal uzaklıktadır.
Gölete en yakın kapıdan park terk edildiğinde, Knightsbridge mahaline varılır.
Harvey Nichols’ın eşsiz vitrini teatraldir, doya doya seyredilir. Sezonun trendleri bu camlardan okunmalı, sinyaller doğru algılanmalıdır, hayat bir süre bu işaretlerin gösterdiği yönlere doğru akacaktır.
Harrods vize ile ziyaretçi kabul etse şaşmamalı, ‘luxury washrooms’ tuvalet kavramını yeniden tanımlamalı ve bu kendi başına bir dünya olan mekan görülmeden memlekete dönülmemelidir.
Kapıdaki şık üniformalı görevlileri takiben, parfümeri ve mücevher bölümünden usulca geçilir, aşağılardan gelen tatlımsı kokular endorfin çağrısı yapmaya başladı ise, bir parça bademli çikolatala ile damak ıslatılır ve üst katlardaki tanıdık simaları ziyarete koyulunur.
Valentino ile gözler kamaşacak, Dior dokunulmaktan hoşlanmayacak, Prada Dolce & Gabbana ile komşuluk edecektir. Beğenilen elbisenin fiyatı 15 bin Pound olacak, boyunda hafif bir bükülme ile yine en güzel elbiseyi seçmiş olmanın gururun karıştığı burukluk yaşanacaktır.
Bilinen o ki; Ocak ve Temmuz aylarında gerekleşen büyük indirimler, seyrü sefadan aksiyona doğru bir yol uzatır, başarılı alışverişler takdir toplar ve yıllar boyu ‘designer label’ titriyle gardrobumuzda yer alırlar…
Bak, güzel bir gün gezmek için: Notting Hill, Camden Town, Brick Lane...
Hafta sonuna selam edilip, rahat ayakkabılar LLD’nin (little lady dress) altına çekilir. Cumartesi Portobello Road Market günüdür. Haftanın bu zamanında tadilatlar sebebiyle aksayan Londra metrosunun birçok hattına nispet yapan Central Line arı gibi çalışmaktadır. Notting Hill durağında inmemek için bahane kalmamıştır.
Pazarın başındaki ‘herşey 5 Pound!’ Türk mağazalarından birkaç partiyi kotaracak, illa ki mini ve dantelli elbiseler toplanır. Her hafta bir tane alınmalı, gardrobun ruhu genç ve hayata bağlı kılınmalıdır.
Takip eden vintage mağazalar Soho, Camden ve Brick Lane’deki hemcinslerine göre pahalıdırlar. Dior bilezik, Prada ayakkabı, ahizeli telefon ve YSL ceket ile karşılaşıldığında sessizce saygı duyulmalı ve yakın tarihe yolculuk yapmakla yetinilmelidir.
Bu ilk çarpıntıları atlattıktan sonra Portobello’ya şöyle bir bakıp Hollywood’da hissetmeli, şeker pembesi, fıstık yeşili, limon sarısı minik evler varlık gösterdiğinde, Julia şuradaydı Hugh buradaydı diye Notting Hill filmi yaad edilmelidir.
Sokak burada nehir gibi akar, kapılıp gidilmek yerindedir. Mümkünse Asya kökenli, Türk ya da İskandinav ziyaretçilerin fotoğraf makinelerini ve ilgili bakışlarını aşıp, yolun sol ve sağındaki tezgahlara tutunmalı, alaka gösterilmelidir.
Antika safir yüzük için sıkı bir pazarlığa girmeli, Oi !’a sadece kolyeler için uğranmalı ve kokusu takip edilerek bulunan nutella ve taze çilekli French crepe afiyetle yenmelidir. Yolun en pahalı vintage mağazası, pazarın sonunda, adıyla müsemma ‘One of a kind too’ya zaman ayırmalı, bilinen varlığı tek olan couture elbiselere dokunulmalı, dikişlerinde gezinmeli, modanın tarihini çok gezen olarak öğrenmeli. Olası Kate Moss karşılaşmasına ‘ah siz de mi bu vintage shop’a bayılıyorsunuz azizim’ bakışıyla destekli, telaşsız duruşla hazırlanmalı. Acıkan karınlar Santo’da hamburger köftesinden yapılan nachos ile doyurulmalıdır.
Camden Town Londra’nın haşarı çocuğu, belki de aykırı oluşundan kuzeye yerleşmiştir. Ziyaretten önce cici kız elbisesine aykırı bir süs katılmalı, aşırı desenli ya da simsiyah bir süliete bürünülmelidir.
Hafta sonu gidilir. Çarşının ortasındaki ‘dünya mutfağı’ ıskalanmamış, falafelden dolmasına Fas yemekleri ile gün lezzetlendirilmiş kılınmalıdır.
Camden Market’ten “If found, please return to pub” sloganlı t-shirt kapıldığı an yön duygusu bedenden arındırılmalı, ruh pasaja teslim edilmelidir. Dantel ve işleme elbiselerin saltanat sürdüğü romantik dükkanlardan, el yapımı desenlerin hükmündeki her parçanın bulunduğu loş sokaklara maksimum duyunun hizmetinde gidilmelidir.
Yaratıcılığın zerafetle flört ettiği şapka standına ortalama 45 dakika ayrılmalı, Harrods, Selfridges gibi ablalarından kat be kat ulaşılabilir fiyatlara satılan bu sanat eserlerinden en az bir tane alınmalıdır. Kişi Istanbul’a döndüğünde ancak bu aksesuar sayesinde ‘Londoner’ mertebesine kabul edilebilecektir.
Soluklanma zamanıdır. Küçük Venedik namlı, kahve tonlarındaki dere kenarında, alanda bulunan herkesin yaptığı gibi tam da yere oturup bira içilir. Çekinmeden yanıbaşa oturan kimselerle sohbet etmeli, günün karı birkaç satırla yeni kültürler tanınmalıdır.
Vintage yuvası, yeni ve yetenekli tasarımcıların Galata’sı Brick Lane’in takvimdeki uyarı notu Pazar’a işaretlenir, o gün Sunday Off Market ile şenlenecektir. Liverpool Street metro durağından birkaç yüz metre ilerde başlayan serüven, kalabalığın gittiği, tezgahların arttığı doğrultuda ilerlemelidir.
Her yaş, cins ve sosyal mertebeden ziyaretçi ile karşılaşılır. Sadece tezgahlar değil, İngiliz, Çin ya da Hint’li gençlerin evdeki eski elbise ya da kullanmadığı lambayı elden çıkardığı yer örtüleri burada satış noktalarıdır.
Pazarın üzeri kapalı kısmından maksimum 5 Pound’a tiril tiril, fırfırlı yaz kostümleri kapılmalı, vintage mağazaların her biri irdelenmeli, taş plaklar arşivlere katılmalıdır.
‘All Saints’ ayrı özen ister, koşturmacaya kapılmamalı, uğramadan önce All Stars Lane’de fıstık ezmeli ve muzlu milkshake yutulmalı, içine gerçek fıstık ezmesi, muz ve dondurma konulduğuna tanık olunmalıdır. Yaklaşık bin kalori yüklenildiği gerçeğine varılmalı, evin yolu ayakla tutulmalıdır.
Hikayenin başındaki yeni yetme tasarımcı, gözlemlerini beyninin sağ lobuna usulca yerleştirir, Central St. Martins’te öğrendikleriyle harmanlar ve skeçler arasında devri aleme başlar.
Zaman tutulamaz, günler geçer, güzel İstanbul çoktan özlenmiştir. Bagaja ekstra ücret ödenir, uçağa binilir ve şehir uzaktan dinlenir, pek tabii ki gözler kapalı…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)